Eski sınıf arkadaşlarım, edebiyatçı arkadaşlarım zaman zaman Facebook’ta neden yokum, soruyor. Daha gençlerse Twitter’i tercih ediyor. Verdiğim yanıtlarla tatmin olmadıklarını.
Gerekli Açıklama dolayısıyla bir söyleşi (tamamı yakında) bahanesiyle verdiğim yanıtta aklıma gelen gerekçeleri söyledim. Geçiştirdiklerimin kazası olsun. Soru şuydu:
“GEÇ KALDIN REİS GEÇ KALDIN/ VERMEYECEĞİM TEYEMMÜM EDECEK KADAR TOPRAK” “kırkı devirmiş korkuya” burayı biraz açar mısınız? Yoksa Facebook duvarında mı teyemmüm alacağız. Daha doğrusu arınacak hiçbir yer kalmadı mı?
Amcamın karısına babasından çok toprak kalmıştı. Ege sahil şeridinde toprak çok değerlidir. Metre metre İngilizlere satıyor insanlar şimdi. Bir de ağabeyi var. Zorba. Yengem, hep kendi payını isterdi ağabeyinden. Adam sonunda patlayıp haber gönderiyor kız kardeşine: “Ona söyleyin, yormasın boşuna kendini, teyemmüm edecek kadar bile toprak vermeyeceğim ”. Şu da var ki bu adam, onca mala mülke rağmen, sineklerin uçuştuğu, yemeklere konduğu bir evde, topal bacağını sürükleyerek yaşadı ve şimdi de toprağın altında. Ben bu lafı duyduğumda bütün o sahiplenme türü tutkulara nefretimi bir kez daha anladım. Hele bunu aşk ilişkilerinde kadın bedenine karşı işleten mantık için bu söz çok uygun düşüyordu. İlişkinin gidişatında tarafların alış verişi, bu alış verişin nesneleri bana hep tuhaf gelmiştir. Yani kadının birlikteliğe kattığı anlam, karşılık almasını gerektirir mesela, ama erkeğin varlığı sanki beleş olmalıdır filan gibi.
Sahiplenme ile zulüm arasında çok sıkı bağ var. Zulmedenler, mesela o adam, tüketebileceğinden çok fazlasını kendi sulbünden gelenlere ayırmayı uygun buluyordu. Bu durumda öz kız kardeş bile bir yabancı olmuştu. Bu da insanoğlunun türünü sürdürmekteki ısrarından kaynaklanıyor. Her iki duyguyu da –sahiplenme ve türünü sürdürme gayreti- çok ilkel çok yabancılaştırıcı buluyorum.
Facebook’taki edebiyatçı arkadaşlara buradan hayırlı işler diliyorum. Katılması biraz uğraştıracak olsaydı bir ara bu hazzı tatmak isterdim, ama fazla kolay, zaman alıcı ve de nasıl desem… ben babamı özlüyorum sadece. Okey oynayarak vakit öldüren bazı şairler şimdi facebook sayesinde okurlarından kaçının kendisi için “like this item”e bastığını biliyor. Item olmakta beis görmüyor. Sayısal hırsın daha kötüsünü Twitter’da görmek mümkün. Şairler hiçbir zaman, halktan çocuklarla bile yarışamayacaklarını da bu sayede anlayacaklar, çok iyi o açıdan. Bu konuda bir yazı yazacağım yazabilirsem, edebiyatçıların foyasını ve “teşhirci”liklerini bu tip siteler kadar açık eden bir buluş daha yoktur. Hem nasıl bir enerji gerekir ki günün her saati yüzlerce kişiyle yazış, cevapla, alıntıla, oku et, tabii birbirlerini okuyorlarsa. Twitter’da ve Facebook’ta gerçek anlamda terlemeden matah bir şey olmuşsun gibi hissetmek çok mümkün. İnsanımızın TV, araba veya cep telefonu kullanma şekli nasıl tuhafsa olan şey aynı. Düz mantıkla yanlış anlaşılmak istemem; ben böyle şeylere karşı filan değilim, hiç mümkün mü? Bireysel olarak gereksinim duymuyorum ve zaten asosyalim. Şimdilik böyle. Biraz daha yaşlanınca gereksinim duyabilirim de. Bilemem.
Facebook veya Twitter sadece birer site. İnteraktif bir yaratma türü geliştirdiğini bile söyleyebilirim, küçük zekâ kullanarak yaratılabilecek her türden lafı, aykırısı, düzü, esprilisi vb. yazıyla, işaretle bilinen anlamda tanışık olmayan insanların hayatlarına değer katma yolu oldu, -edebiyatçıları kastetmiyorum elbette, onlar çoğu pek sakil duruyor be-. “Belirtmek” ihtiyacı. 50 yıl sonra içine atmaktan ötürü deliren olmayacak, ne güzel! Tiyatro sahnesinde olan bir şey vardır, sahneyi gerçekle ölçer, hayat da sahneyi taklit eder. Edebiyatçıların herkes gibi, herkesin de edebiyatçı gibi konuşmaya başlaması aslında ilgimi çekiyor. Buradan bir sınıfsızlaşmanın ipucunu yakalamak mümkün müdür bilmiyorum; ama hâlihazırda bu tip yerlerde ortaya çıkan şey, yani edebiyatçılar açısından bakarsak, bir edebiyatçı olarak bulundukları sürece, insanların yaptıkları işler, yazdıkları eserler konusunda geri bildirim almayı çok istemeleri. Buna tümüyle masum gözüyle bakamayız. Masumiyetin zıddı itham içermiyor ama. Bu tip şeyler yeterince kuvvetli olmamakla yani acizlikle ve daha önemlisi eserine güvenmemekle ilgilidir. Eserine güvenmiyor ve zaaflı bir adam; ama eser iyidir, adam da sıkı, bu da olur, olmaz demem.
Arınmak… ısrar ediyorsanız, konumuz edebiyatsa, isminizi koymayacaksınız. Egonun olduğu yerde arınmak diye bir şey yok.