Aşkın bir acı çekme şekli olduğuna dair gizli inanç
Sabahattin Ali’nin edebî yorumunu biçimlendiriyor gibidir. Kürk Mantolu Madonna romanı da bu tezimi destekliyor. Fakat işte
burada da gecikmiş bir yorumla belki de haksızca bunu hafife alma gereği
duyabiliriz. Sabahattin Ali feragat ve aşk hakkında tam bir Doğulu erkek
profili çizer.
Karakterlerine yüklemiş olduğu bu erkeklik daima ilişkinin
öncesindedir, deyim yerindeyse potansiyel bir erkeklik. Dolayısıyla aşk
duygusu, hep ya istediğini alamamış bir erkeğin ya da istediği geciktirilmiş
bir erkeğin duygusudur. Sevgiyle değil fetihle ilişkilendirilebilecek bir aşk.
Çoğunlukla dış koşullar tarafından engellenen aşk
öyküleri erkeği bir tür kahramana dönüştürür. Bazen bu, isteği yerine
getirilmeyen, “Hanende Melek” öyküsünde avukat Hüseyin Avni gibi bir trajik kahramandır. Bazen de istediği kendisine verilmediği için bir kolunu feda eden gözü kara bir çingene. Sözde aşk karşısındaki acziyeti nedeniyle muhakeme yeteneğini kaybeden trajik
kahraman sadece kendi mahvına değil çevresindekilerin de mahvına sebep olur. Ama zavallı Hüseyin Avni, pavyon kadınını razı etse hakikaten kadının mesleği gereği etiyle geçinmesini ve bunun da o küçük çevrede herkesçe bilinmesini kendi içinde aşabilecek midir, hiç düşünmez? Karısının son değerli takılarını getirip hanendenin önüne atar. Cinsel hırçınlık, karakteri kendisi konusunda yanıltır ona durumunu aşk olarak gösterir. Kimi karakterse aşkı, cinsel hırçınlığa sarmaş dolaş karıştığı için ayırt edemez, asıl öznesini kaybetmiş bir aşktan kahrolurken bile bir başkasıyla olan durumunu kavrayamayacaktır. Hanende ise sıkça karşılaştığı için erkeğin bu geçici hırçınlığını tanır, bunu kullanmayı, bunu kullanarak yarar temin etmeyi, başka bir kadının emeğini sömürmeyi gururuna yediremez, altınları kadına iade eder.
Batılı bir erkek yazarla
kıyaslarsam söylemek istediğim şey daha iyi anlaşılacaktır. Kadınlar karşısında
başarısızlık hissiyle kıvranan bir yazar, Pavese’de ise istediğini almak olasılığı
hiç yoktur. Çünkü Pavese’nin engelleri dışarıda değildir. Onun engelleri
kadının kafasının içinde düşünülür. Böylece onda erkeklik daima ilişkinin içindedir,
aktif bir erkekliktir, fakat kadında bunu karşılayan bir aşk yoktur, yani Pavese'nin kendisinde gördüğü 'çirkin' nedeniyle olmayacağı varsayılır. Pavese’de
istek geciktirilmez, ertelenmez, sonsuza kadar –kendisi tarafından, kadının
zihnini okuyarak vardığı yanlış yargıyla- askıya alınır. Acı çekmeyi ister
gibidir Pavese.
Sabahattin Ali’nin trajik aşk kahramanlarında çileci, acı
çekmeyi istemez. Hatta kendi şekline şemaline bakmadan bomboş bir özgüven içindedir. Yazarın ona biçtiği kaderdir acı. Fakat Pavese’de belki de
Hristiyani bir kalıntıdan dolayı acı kutsanır ve acıya bahane olarak aşk hem de
sadece karşılıksızlık (erkeğin yetersizliği nedeniyle) olarak kurgulanır. Böylece
suçluluk da buna eklenebilecektir. Sabahattin Ali’de karakterin kendi erkekliği
konusunda hiç kuşkusu yoktur, çok tuhaf ama nedense yoktur. Fakat yine de aşkı, hep elde edemediği sürece
hissetmektedir.