Gürkan Mıhçı'nın ses çalışmaları http://www.gurkanmihci.com adresinde dinlenebilir. Mıhçı, Kadir Has Üniversitesi İletişim Tasarımı Bölümünde öğretim üyesi. Onunla dilin işitsel etkilerini, işlerinin anlamla ilişkisini, Cinnet sergisi dolayısıyla dehşeti, sessel özneyi... konuştuk. Söyleşimizin tamamı Hece Dijital/Sayısal Kültür Özel Sayısında yayımlanıyor.
H.Ünal: Ses ve
mekân arasındaki bağlantıyı nasıl yorumluyorsunuz? Bu bağlamda
okurlarımıza “soundscape” hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Belki bize bu
bağlamda ilginç bir çalışmanız olan “Eminönü” işinizden bahsetmek istersiniz…
Gürkan Mıhçı: Ses
peyzajı (Soundscape) 70’lerde Kanada’da Simon Frazer Üniversitesi İletişim
Fakültesinde profesör olan R. Murray Schafer tarafından ortaya atılmış bir
terim. Ses peyzajı kısaca akustik çevremizin bir elemanıdır. Etrafımızdaki ses
veya seslerin bir kombinasyonudur. Bunu doğal bir ses kompozisyonu olarak da
düşünebiliriz. Ekolojik bir hareket olarak doğan ses peyzajı Akustik Ekoloji
çalışmaları olarak kavramlaşmıştır. Ses peyzajı terimi günümüzde sadece
ekolojik sesleri değil şehirler, insan yapımı mekânlar gibi insan ve makine üretimi ses peyzajlarını da araştırıp özellikle “gürültü” üretimi ve bunların
canlılar üstündeki politik, kültürel, coğrafi ve psikolojik etkilerini
disiplinler arası bir çalışma alanı olarak araştırır. Mekân da bu kavramın
önemli bir çalışma alanıdır. Özellikle insan yapımı alanlar akustik olarak
insanı etkilemektedir. 2015 sonunda, uluslar arası Archeoacoustic (arkeoloji ve akustik çalışmalarını birleştiren yeni
bir disiplin) konferansı için Konca Şaher ile araştırdığımız “Derinkuyu Yeraltı
Şehri Ses Peyzajı Araştırması” buna bir örnek sayılabilir. Şaher, mimarlık ve
akustik olarak Derinkuyu’yu incelerken ben de Derinkuyu’yu ses peyzajı, kültür,
tarih alanlarında çözümlemeye çalıştım. Yüzyıllarca kullanılan bu yeraltı
şehrinde insanlar haberleşmede hep ses kullanmışlar.
Buradan kaynakla mekân ses
peyzajı üstüne bir çalışma olan Eminönü
Alt Geçidi projesi bir çok alanda bana şehir ile ilgili ipuçları veriyordu.
Her gün işe giderken kullandığım alt geçit, “gürültü yapısı” ile şehrin küçük
bir kopyası gibi. Bu dar, alçak ve kalabalık alt geçitte, oyuncakçılar ve diğer
dükkânlardan gelen müzik ve oyuncak seslerine insanların sesleri ekleniyor ve
ortaya eşi benzeri olmayan bir ses peyzajı çıkıyor. Özellikle hafta sonları
kalabalıktan yürümekte zorlandığınız Eminönü Alt Geçidi kaotik ve klostrofobik
ortamı aslında İstanbul’un mikro ölçekli bir kopyası. Alt geçidi kullanan
insanların demografik yapısı İstanbul’da yaşayan insanların çoğunluğunu
yansıtıyor. Sanki dinamik ve sürekli değişen bir ses yerleştirmesi gibi.
İçeride Luigi Russolo’nun Intonarumori’leri ile taklit etmeyi uğraştığı
gürültülerin akraba sesler var. Orada beni etkileyen en önemli şey, kendine
özgü dinamik bir ses yapısı olması. Alt geçitteki oyuncakçıların tezgâhlarına
kurdukları düzenekle hareket eden ve ses çıkartan birçok oyuncak aynı anda âdeta
bir kompozisyon oluşturuyorlar. Tavana iple bağlanmış ve daireler çizerek uçan
helikopterler ve uçaklar, ateş eden silahlar, arabalar ve ağlayan bebek
oyuncakların sesleri yan dükkândan gelen Türkçe pop ile karışıyor. Burası,
küçük bir İstanbul. Görsel ve işitsel bir kaos var. Konuştuğum dükkân
çalışanları “gürültü buranın bir parçası” diyorlardı. Sadece çalışanların değil
oraya alış verişe gelenlerin de bu kaotik ortama bu kadar alışkın olmaları beni
çok etkiledi ve o yüzden ses kaydı alıp bir kompozisyon yaptım.